15 Kasım 2009 Pazar

DECOY MARKETING / TUZAK PAZARLAMA

DECOY MARKETING / TUZAK PAZARLAMA

Decoy, Türkçe’de, tuzak, tuzak yemi, tuzağa düşürmek, yanıltmak demek. Bir kimsenin veya grubun aradığı bir şeyi gizlemek, dikkatini dağıtmak için kullanılan bir nesne, araç veya bir olay olarak tanımlanıyor. Siyasette, avda, savaşta veya suç işlemede ve suçları aydınlatmada kullanılır. Pazarlamada “tuzak etkisi” veya “asimetrik başatlık etkisi”, sunulan seçenekler arasında orantısız baskınlığa yol açan üçüncü bir seçeneğin bulunduğu durumlarda müşterinin uğradığı belirli bir davranış değişikliğinin adıdır.

Tuzak etkisi şöyle işliyor[1]: Şayet bir seçenek başka bir seçeneğe nazaran bütün yönleriyle daha düşük düzeydeyse, bu seçeneğe, “orantısız olarak domine edilmiş seçenek” denir. Fakat diğer bir alternatife nazaran bazı bakımlardan üstün, bazı bakımlardan düşük olabilir. Başka bir deyişle, tercih edilebilirliği belirleyen belli özellikler itibariyle bir seçenek, başka bir seçenek tarafından tamamen domine edilmişken, diğer seçeneğe karşı kısmen üstün olabilir. Orantısız hâkim olunan bir seçenek mevcut iken, tüketicilerin büyük bir yüzdesi, asimetrik üstünlük taşıyan başka bir alternatifin bulunmadığı durumlara kıyasla bu seçeneği daha büyük oranda seçebiliyorlar. Böylece, asimetrik olarak üstün bulunan seçenek, hâkim seçeneğin seçim şansını arttırmak için bir tuzak olarak kullanılabiliyor.

İnsanların rasyonel olmayan davranışlarının dahî öngörülebileceğini iddia edilen bir kitapta[2], geleneksel rasyonel tercih teorisini çarpıtabilen durumlar ve düşünce biçimleri tartışılıyor. Bunlar arasında decoy (tuzak) etkisi de sayılıyor.

Etrafımızdakilere birbirleriyle kıyaslayarak bakarız. İşte bu bakışımız bizi bazen tuzağa düşürür. Biz, sadece mukayese yapmakla kalmayız, kolayca mukayese edilenleri birbiriyle kıyaslar, zor kıyaslamalardan kaçarız. Mukayese yaparken bile kolayına kaçarız. Balayı için kendine yer arayan bir çift şu üç seçenekle karşı karşıya kalsa acaba hangisini seçerdi? i. Paris (kahvaltı dahil), ii. Roma (kahvaltı dahil) ve iii. Roma (kahvaltı hariç). Kahvaltı dâhil Roma alternatifinin seçilme ihtimali daha yüksektir. Zirâ, Roma’daki iki seçeneği birbiriyle karşılaştırmak Roma’dakilerle Paris’tekini kıyaslamaktan daha kolaydır. Beyin kararı basitleştirmek eğiliminde olduğu için böyle bir sonuç ortaya çıkabiliyor. Burada, Kahvaltı hariç Roma alternatifi, seçimin tuzağı (decoy) olarak anılıyor.

Tuzak Teorisi politikada da işliyor[3]. Seçimlerde önde giden iki rakibin birbirleriyle yarıştığı düşünülür. Halbuki, üçüncünün kim olduğu da sonuçları etkiler. Hangi adaya-partiye oy vereceğine (hangi ürünü-markayı tercih edeceğine) karar veremeyen seçmenler bir de üçüncünün kim olduğuna bakarlar ve karar vermek için ilk iki adayla bu üçüncü karşılaştırırlar. Bu karşılaştırma sonunda, aslında üçüncüyü seçmek gibi bir niyetleri olmasa da, üçüncü seçeneğin kim ve ne olduğuna bağlı olarak iki adaydan biri diğerine nazaran daha şanslı konuma gelir. Üçüncüyle kıyaslandığında ilk iki adaydan biri ya da diğeri kararsız seçmen için daha tercih edilebilir görülmeye başlar. Psikologlar bu olguya “decoy etkisi” diyorlar. Rasyonel bir düşünce altında, kararsız seçmenlerin üçüncü sıradakine yönelerek önde giden adaylardan oy çalmaları beklenirken, sonuç öyle çıkmıyor, üçüncü adayın varlığı, özelliklerine bağlı olarak öndeki adaylardan biri ya da diğeri lehine çalışmış oluyor. Üçüncü seçeneğin ilavesiyle karar almanın bir anda sadeleştiği, kolaylaştığı durumlarda bu etki daha belirgin olarak ortaya çıkabiliyor.

Duke Universitesi’nden Joel Huber, konuyu restoran örneğiyle açıklıyor. “Uzaktaki beş yıldız restorana mı, yoksa yakındaki üç yıldızlı olana mı gidersiniz? Hayattaki diğer tercihlerde olduğu gibi, yakındaki restoran daha iyi ise tercih kolay olur. Ama bu soru, elmalarla armutları karşılaştırmak gibidir. Kalite ile kolaylık arasında bir trade-off (ödünleşme) gerektiğinden soruya hemen cevap verilemez.

İnsan beyni daima kolay cevaplar arar. Üçüncü bir seçeneğin ortaya çıkması durumu değiştirir. Üçüncü bir alternatif olarak deneklere daha beş yıldızlıdan daha uzakta bir dört yıldız restoran önerilir. Bu durumda tercihlerin beş yıldızlıya doğru evirildiği görülür. Hem daha yakın, hem de daha iyidir. Üç yıldızlı, yakın olmasına rağmen artık, yeni ortaya çıkan üçüncü alternatif kadar iyi değildir.

Huber, başka bir gruba ilk iki seçenek arasında bir mesafede bulunan iki yıldızlı bir restoran önerir. Bu durumda deneklerin yakındaki üç yıldızlı restoranı seçtikleri görülür. Üçüncü seçenek, ikili arasında seçim için bir nevi bir ölçü çubuğu, kıyas temeli olarak görev yapmış olur.

Bu tekniği satışçılar ve esnaf da kullanır. Satıcı, tezgâhtar, müşterinin ne aradığını öğrendikten sonra, önce ona satabileceğini düşünmediği bir mal önerir. Bu, ya haddinden fazla pahalı bir maldır veya pek tercih edilmeyecek düşük bir mal olur. Pahalı mal önerisine karşı müşterinin “çok pahalı” dediği anda, önce neden pahalı olduğunu, (markalı, ithal) söyleyip, “bir de bunun yerlisi/markasızı var” deyip bir ikinci alternatif çıkarır. Satıcı aslında bunun da tercih edilmeyeceğini bilir. Ardından üçüncü bir alternatif daha çıkarır. Satıcı, müşterinin bunu tercih edeceğine neredeyse yüzdeyüz emindir. Bu alternatif, fiyat itibariyle en pahalıdan biraz daha ucuzdur. Ancak özellikleri itibariyle benzeriyle kıyaslandığında ekseriya, hakkettiğinden nispeten daha yüksek fiyata sunulmuştur. Bu teknikte, üçüncü alternatifin ucuz alternatifle karşılaştırılabilecek düzeyde bir fiyatla sunulması da mümkündür. Bu durumda üçüncü alternatif aslında, ikinciden fazla farklı değilse de, fiyatı nispeten daha yüksektir.

Bu teknik benzer tarzda düşük fiyatlı seçenekten başlayarak da uygulanabilir. Özetle, müşteri, satıcının sunduğu alternatif sıralamasından etkilenerek, kendi rasyonel tercihiyle değil, satıcının tercihine göre satınalmış olur. Satıcı müşterinin tercihlerini “manipule etmiş”, yönlendirmiştir.

Tuzak tekniği, Türkçe’deki “kösem” terimi de hatırlatıyor. Sürüler önünde giden, yol gösteren koyuna Kösem denir. Kösem, sürüyü hem otlanacak alanlara, hem de mezbahaya götürmede kullanılır.

Tuzak pazarlama uygulamalarından, dikkat çekilen, öne çıkarılan özelliklere bağlı olarak insanlar tercihlerinde rasyonellikten uzaklaşabiliyorlar. Müşterilerin, kararlarında dikkatlerini dağıtmamaları, rasyonellikten uzaklaşmamaları, kurulan tuzaklara düşmemeleri için, satıcıların oyunlarına ve etkileme çabalarına dikkat etmeleri ve zor bir seçimin birden bire basitleştiği durumlara karşı da özellikle uyanık olmaları öneriliyor.



[1] http://en.wikipedia.org/wiki/Decoy_effect

[2] Dan Ariely, Predictably Irrational: The Hidden Forces That Shape Our Decisions, HarperCollins, 2008, s. 8

[3] Shankar Vedantam, “The Decoy Effect, or How to Win an Election”, The Washington Post, 02.04.2007

11 Kasım 2009 Çarşamba

RETRO MARKETING / YENİLEME PAZARLAMA

RETRO MARKETING / YENİLEME PAZARLAMA
Pazarlamada, “yeni ve geliştirilmiş” ifadesine sıkça rastlanır. Yenilik yapmayanın eskiyeceğinden, yeniliklerin hızla eskidiğinden bahsedilir. Bir yandan da, “her zaman alıştığı-nız” kalite, lezzet, vb. ifadelerle değişmezliğe, kalıcılığa ve istikrara vurgu yapılır. Retro Pazarlama insanların geçmişe duydukları özlemin gücünden yararlanmaya dayanır.
Zaman zaman geçmişten gelen ürünlerin, tarzların, stillerin, rek-lâmların, ifadelerin, anlayışların yenilendiğine dair örneklere de rastlanır. Retro Marketing, geçmişe ait çağrışımlarıyla farklı bir pazarlama yaklaşımı olabiliyor. Geçmişe uzanan referanslar, yeniliklerin tüken-mesinden değil, aksine, pazarlamanın dinamizminden kaynaklanıyor. Eskiyi bile yenilemek iddiasını içeriyor.
Tarihle ilgilenenler, yeni sanılan birçok şeyin aslında hiç de yeni olmadığını, geçmişte yapılanların başka bir ambalaj, tarz veya teknikle gerçekleştirilmesinden ibaret olduğunu iyi bilir. Yeni fikirlerin eski ambalajlarla sunulması da mümkün. Böylece, yeniyle eskinin iki yönlü buluşmasından nice yenilikler üretilebiliyor. Pazarlama retro kavramı sayesinde yenilikçiliğine yeniden güç kazandırmış oluyor. New-Beetle, Niketown ve retro-reklâmlar bunlara örnek olarak gösteriliyor. 1932’de hava kuvvetlerine mensup birlikler için üretilen Dockers K–1 hakiler şimdilerde Batı Avrupa plaj-larında, barlarında, kulüplerinde gençlerin ayağında. Retro ürünlere hemen her sektörde rastlanıyor. Repro, Repro Nova ve Repro de Luxe gibi kategorilere ayrılabiliyor. Repro Nova, reprodan farklı olarak eski ile yeniyi birleştirerek, de Luxe ise nostaljiden başlayarak geliştirilmiş ürünleri ifade ediyor.
Eskilerin (aslında eskimezler de-mek daha doğru) yıllar sonra yeniden piyasalara sürülmesi de ayrı bir hareketlilik kazandırıyor. iRetro-Phone gibi.
Can Turanlı, Retro Pazarlama’ya ironik bakışla yaklaşıyor . Onun (Eskimiş Pa-zarlama’ya işaret eden) tanımı şöyle: Retro Pazarlama, eskiden işe yaramış veya yaramamış, yapmayı bırakamadığımız, alışkanlıklardan veya öğretilmişliklerden kaynaklanan, geçmişe ait, fark yapmayı engelleyen yaklaşımlardır.
Eskimiş Pazarlama anlamında Retro Pazarlama yaklaşımı hakkında şunları da yazar: “Gücünü rasyonellikten alır: ‘Negatif şeyler Internet'te çok hızlı yayılır, Internet markamızı tanıtmak için güvenli bir yer değildir.’ Doğru bir başlangıç, yanlış sonuç. Retro Pazarlama kontrollü araştırmaya %100 inanır: ‘Focus gruplarda müşterilerimiz hakkında çok şey öğrenebiliriz.’ Şüphesiz. Müşterilerimiz hayatlarına bir odaya tıkılıp 1 saat boyunca tar-tışıp karar veriyorlarsa gerçekten de öğrenebiliriz. Retro Pazarlama güvenli ortamları sever: Eğer başarısızlık riski yüksekse Retro Pazarlama risk almaz. Bir şirket yönetiyorsak, neden daha güvenli olanı denemeyeyim ki der. Retro Pazarlama pasiftir: Ne olacağı belli olmayan, yeniyi denemek yerine, zaten rüştünü ispatlamış olana yatırım yapar. Ve çoğu zaman da karşılığını alır. Retro Pazarlama reklâmı sever: Parasını bastırır reklâmı yapar. Tanıtımı yapılan ürün satar.” Gucci’den, Burberry’ye, Dupont’dan Pringle’a retro diriliş örnekleri için Tungate'e bakılabilir:

Kaynaklar:

Stephen Brown, Marketing: The Retro Revolution, Sage Publications, 2001, s. 4–10. Erişim: 14.04.08 http://books.google.com/books-?vid=ISBN0761968512&id=H5G3rOh-VDkC&dq=marketing
Can Turanlı, Retro Pazarlama, http://www.-farketing.com/fikirler/2008/01/retro-pazarlama.html
Mark Tungate, Modada Marka Olmak, Rota Yayınları, İstanbul, 2006, s. 189-196.

NOSTALGIC MARKETING / NOSTALJİK PAZARLAMA

Geçmişe özlem, insanda güçlü bir dürtü. Nostaljik Pazarlama bundan yararlanıyor. Zamanında ses getirmiş, iz bırakmış, iyi işler yapmış firma, ürün veya markalar, aradan belli bir süre geçtikten sonra, tekrar pazara sürüldüğünde yine satabiliyorlar. Nostaljinin şiddeti, zamanındaki etkisi ve zaman boyutuyla ilgili.

Yemeni, keçe, dövme demir vs. gibi kaybolmaya yüz tutmuş ürünler, yıllar sonraki nesillerce geçmişe özlem amacıyla tekrar talep görebiliyor.

Yerli dizilerden “Avrupa Yakası”nda 2006 sonbaharında ekibe yeni katılan bir tipin giydiği eski zamanların “çubuklu pijama”ları büyük bir taleple karşılaşmıştı.

Nostalji bazen kendini modada gösteriyor; moda zaman içinde kendini tekrarlıyor. Geçmişin modaları da özleniyor. Onlarca yıl önce kullanılan ürünlerin, tasarımların ve isimlerin yeniden pazarda boy göstermesi, hem o dönemleri yaşamış insanların hem de daha genç nesillerin ilgisini ve talebini çekebiliyor. Demiryolu ve denizyolu da nostaljik araçlar ve nostaljik turlarla, Nostaljik Pazarlama’ya konu olabiliyor.

Volkswagen Beetle modeli, Yeşilçam filmleri, Boğaz vapurları da birer geçmişe özlem uygulaması.

8 Kasım 2009 Pazar

LAS VEGAS MARKETING / LAS VEGAS PAZARLAMA

 

Las Vegas Pazarlama, kendisi fenomenal bir pazarlama örneği olmakla birlikte, çok sayıda pazarlama türünü bir arada bulundurmasıyla da dikkat çekiyor. Teknolojiden, stratejiye, insanı etkileme potansiyeli taşıyan hemen her güçten açık veya kapalı bir biçimde yararlanılıyor.

Las Vegas, ABD'nin Nevada eyaletinde bulunan kumar ve eğlence yerleriyle ünlü bir kentidir. Düz bir ovaya kurulmuş bir çöl şehridir. Sıcaklığın 45 dereceyi geçmesine rağmen şehir ziyaretçilerle dolup dolup boşalmaktadır.

Las Vegas eskiden denetimden yoksun bir mafya şehriyken günümüzde 1,5 milyona yaklaşan nüfusuyla muhteşem ve bir o kadar da legal bir şehir halini almıştır. Las Vegas dünyanın en pahalı oteline ev sahipliği yapmaktadır. Yanısıra değeri milyar doları aşan oteller, hayali zorlayan şovlar ve aktivitelerle turistler için her zaman gözde bir mekân olmuştur.

Amerikalıların sinemalara harcadığı paranın on katını kumara harcadıkları, bir alışveriş merkezine bıraktıkları ortalama paradan daha fazlasını kumarhanelere harcadıkları biliniyor. Amerikan Kumar Birliği’ne göre, legal kumara giden toplam paranın üçte ikisi (59 milyar) kumarhanelere, geri kalanın loto, toto, atyarışı, bahisler gibi diğer türlerine harcanıyor.

Las Vegas, postmodern tüketimin ve illüzyonların başkenti. Pazarlama Las Vegas’ta bir illüsyonist gibi çalışıyor. Modern dünyanın Babil’i, sefahât, israf, gösteriş ve hayalin zirvesi. Aynı zamanda apokaliptik (apocalyptical) pazarlamanın[1] işaretlerini bünyesinde bulunduran bir örnek.

Las Vegas dünyanın en ünlü ve en câzip turist destinasyonlarından biridir. İnsanın yaşamak için değil, arzularının karanlık yanlarını tatmin için kaçamaklar yapacağı bir günah şehridir. Çölün ortasında, doğal çevreyle çelişen, ziyaret etmek ve sonra kaçmak için inşa edilmiş bir şehir.

Las Vegas, kumar, eğlence, kalabalık, ışıltı, kuytuda kalmış rüyalara dayanan şehrin temel imajıyla, Amerikan kültürünün pespaye tarafını yansıtıyor.[2] Bir yandan da, halkın rasyonel olmayan arzu ve zevklerini kopup koyuverdikleri bir yer olarak, Amerika’daki püriten, tutucu, iyi hayatın öteki yüzünü, aptallığı ve eğlenceyi yansıtıyordu. Halkın başka yerde yapmadıkları veya yapamayacaklarını yapabildiği, kısıtlamalardan, sınırlarından kurtuldukları, stres attıkları bir ortam olarak tanımlanıyor.

Halkın çoğu, Las Vegas’ı bir sapkınlık olarak görmüyor. Time dergisi, 1994’te Las Vegas’ı her şeyiyle “Yeni Amerikan Şehri” olarak tanımlamıştı. Postmodernist sosyologlar 1990’larda bu şehri, geleceğin prototipi olarak görüyorlardı. Filmlerde, televizyon programlarında ve literatürde Las Vegas artan bir sıklıkla görülür oldu. Kumar masaları ve makineleri başındaki insanlar, onları kumarhanelere taşıyan kaldırım görüntüleriyle Las Vegas, insanları öğüten, işleyen bir üretim tesisine benziyor.

Las Vegas ekonomik anlamda bir başarı hikâyesidir; ekonomi canlıdır ve şehir büyümektedir. Şehir yerli yabancı çok sayıda insanın, modern kapitalizmin kabul gören, saygı duyulan maddî zenginlik, tatmin, mutluluk ve iyi bir yaşam amaçlarına pek de kabul edilebilir olmayan yollardan hizmet edebilmektedir.

Las Vegas, bir anlamda her şeyin hemen her yasağın en aşırı derecede yaşandığı bir şehir. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ulaştığı boyutlarıyla meraklıların ilgisi hep çekegelmiş, modern Amerika’nın sapkınlık şehri olarak, şova dayalı pazarlama stratejileriyle dikkatleri üzerine toplamayı başarmıştır.

Las Vegas’ın müşterilerini gözlemlemek, tüketici mantalitesinde yaşanan ilgi çekici dönüşümleri görmeye yardımcı olabiliyor. Modern bir göz, Las Vegas’ta, tüketiciler için neyin gerçek neyin fantezi, neyin yapay neyin doğal olduğunun giderek bulandığını görebiliyor.

Las Vegas seks turizmini de güçlü bir araç olarak kullanıyor. Seks Pazarlama alanda nelerin yapıldığı ve işin tekniği hakkında ayrıntılı bilgiler için dip nottaki kaynağa bakılabilir.[3]

Bir gezgin dostum Las Vegas hakkında şunu söylüyordu: “Her şeyin pazarlandığı bu şehri görmüş olsanız soluksuz bir kitap yazarsınız. Büyük satış için verilen küçük yemler (kumarhanelerde sigara vb. bedava), hizmet eden çıplak kızlar, bütün dünyayı temsil eden görüntüleriyle ilgi çekici yapılar (Paris'in Eyfel'i ve başka unsurları, New York'un hürriyet heykeli, Mısır'ın piramitleri, Venedik benzeri kocaman bir kompleks, Sezar tiplemeli kocaman kompleks ile birlikte İtalya, vb.).

Vegas, kumar, fuhuş ve şov demek. Bunlar şehrin ana sermayeleri. Dev posterleri ve telefon numaralarıyla birlikte fahişelere caddelerde müşteri aranıyor. Strip denen ana caddesinin adı bile striptizi çağrıştırıyor. Ana caddenin iki yanda dev oteller, lokantalar ve birkaç alışveriş mağazası var.

"Sin City" aslında Los Angeles'in lakâbı, ama Las Vegas gerçek bir "sin city" (günah ve günahkârlar şehri). Vegas demek, sırasıyla kumar, fuhuş ve şov demek.

ABD’deki kumar pazarı yıllık 90 milyar Dolar[4]. Pazar o kadar büyük ki, pek çok insanın dikkatini çekiyor, iştahını kabartıyor. Çok para kaybeden müşterileri az para bırakanlardan ayırt edebilmek için kumarhaneler özel yazılımlar kullanıyor müşteri veri tabanları oluşturuyor ve buna dayanarak tahminlerde bulunabiliyorlar. Hattâ kimin ne kadar harcayabileceğini tahmine yarayan özel formüller de önerilebiliyor[5].  Yazılımlar, bir oyuncunun kazancının “yetenek” sonucu mu, “şans” sonucu mu olduğunu bile tayine çalışıyor. Yeteneklilerin daha fazla kazandığını, şansa kazananların ise kumarhaneye daha çok para bıraktıklarını söylüyor.

Las Vegas, teknolojiden de yoğun biçimde yararlanıyor. Serdar Kuzuloğlu şunları yazıyor[6]: Dünyanın eğlence başkenti Las Vegas’ı ilk ziyaret ettiğimde otelde uykuya geçmekte epey zorluk çekmiştim. Koridorlarda sıkıntı içinde turlarken bir otel görevlisi yaklaşıp “bir sorun mu var?” diye sordu. Uyuyamadığımı söyleyince “Las Vegas’ta uyuyamazsınız” cümlesiyle başlayan bir sohbete tutulduk.

Kurak bir çölün ortasında dünyanın en gelişmiş eğlence vahasını kuran zihniyet kumar oynamak, yemek yemek, gezip eğlenip para döküp saçmak varken ziyaretçisini otel odasında uyutacak değildi elbette. Uykuya geçemiyor oluşumun sebebi odalar dâhil olmak üzere oteldeki her mekânın havalandırmasına ekstra oksijen pompalanıyor olmasıydı.

Bu şehirde topladığım küçük ayrıntılar, tasarım ve teknolojinin nasıl harmanlandığını gösteriyordu. Mimarîyi düşünelim. Dışarıdaki çöl sıcağına karşılık Las Vegas’ta bütün kapalı mekânlar klimalarla ferahlık saçar. Otel odalarında televizyon dışında hiçbir lüks yokken alt katlardaki kumarhanelerdeyse eğlencenin bini bir paradır.

Kumarhanelere giriş kolay, çıkış zordur. Makinelerin ve masaların dizilimi sizi girdaba dönen bir labirentin içine sokar. Işık hep loştur; gece gündüzü unutursunuz. Hiçbir yerde saat yoktur. Ortada dolaşan güzel kadınlar sürekli bedava yiyecek, içecek dağıtır. Yiyecek içeceğin miktarı da kontrollüdür. Asla fazla olmaz çünkü fazlası tuvalet ihtiyacını arttırır, o da adamı masadan kaldırır ve masadan kalkanın bir daha dönmeme riski vardır.

Teknolojide bile işi şansa bırakmamışlar. Örneğin yakın zamana kadar bilim-kurgu filmleri ve yüksek güvenlikli askerî binalarında gördüğümüz yüz tanıma sistemleri bu kumarhanelerde yıllardır etkin bir şekilde kullanılıyor. Nevada Kumar Komisyonu’nun kara listesine girmiş herkes daha kapıdaki kameralar tarafından tespit edilerek geri çevriliyor.

Bir dizi teknolojik girişimin son dalgası RFID çipleri kullanmak. Yani radyo frekanslarıyla merkez sistemle sürekli iletişimde olan ‘şeyler’. Kimi kumarhaneler bütün kumar fişlerine ve sık oynayanlara dağıttığı kredi kartlarına bu çiplerden yerleştiriyor. Böylece kimin kaç para harcadığı takip edilebiliyor. Kumarhanelerde yöneticiler akıllı yazılımlar yardımıyla kimin kaç para kaybettikten sonra oynamayı bıraktığını zamanla öğrenerek tam o limite gelindiği anda müdahale ediyorlar.

Müşteri (konuk) elektronik bir kumar makinesinde oynuyorsa bir miktar kazandırarak ‘aklını çeliyor’. Normal bir masadaysa görevli yollayarak “Falanca restoranımızda bir saat içinde dilediğiniz kadar yiyip içebilirsiniz” diyerek kısa bir mola almasını sağlıyorlar.

Bu teknoloji aynı zamanda anlık olarak müşterilerin cebinde kaç paralık fiş olduğu, hangi masanın o an ne kadar ciro yaptığı gibi eşsiz değerde veriler de topluyor.



[1] Stephen Brown, Jim Bell, David Carcon, Marketing Apocalypse: Eshatology, Escapology and the Illusion of the End, (http://books.google.com/books?id=zzSo7a-Q5_YC&printsec=frontcover&dq=subject:%22+marketing+%22&as_brr=3&rview=1)

[2] A. Fuat Fırat, “The Meanings and Messages of Las Vegas: The Present of our Future”, M@n@gement, Vol. 4, No. 3, 2001, Special Issue: Deconstructing Las Vegas, p. 101–120.

 [3] Ian Yeoman, Tomorrow’s Tourists, Scenarios & Trends, Elsevier, Amsterdam, 2008, s. 121. (http://books.google.com/books?id=rBoODHyzTZQC&pg=PT134&dq=%22las+vegas+marketing%22&lr=#v=onepage&q=%22las%20vegas%20marketing%22&f=false)

[5] Jehoshua Eliashberg, Sam K. Hui, Raghuram Iyengar, A Model for Gamers’ Revenues in Casinos, http://marketing.wharton.upenn.edu/documents/research/Casino.pdf

 [6] Serdar Kuzuloğlu; “Yanlış Ellerdeki Akıllı Sistemler”, Radikal, 06.04.09